KAHRAMAN TAZEOĞLU;”HAYATTA BAŞARDIKLARIMA BAKMIYOR BAŞARACAKLARIMA BAKIYORUM…”

Daha ilkokul çağlarında kareli bir defterin yapraklarına yazarak başlayan ve daha sonrasında arkadaşlarının hüsranına uğrayıp yazmayı bırakan Kahraman Tazeoğlu bugün Türkiye’nin en iyi 3 yazarından biri.

KAHRAMAN TAZEOĞLU;”HAYATTA BAŞARDIKLARIMA BAKMIYOR BAŞARACAKLARIMA BAKIYORUM…”

Daha ilkokul çağlarında kareli bir defterin yapraklarına yazarak başlayan ve daha sonrasında arkadaşlarının hüsranına uğrayıp yazmayı bırakan Kahraman Tazeoğlu bugün Türkiye’nin en iyi 3 yazarından biri.

KAHRAMAN TAZEOĞLU;”HAYATTA BAŞARDIKLARIMA BAKMIYOR BAŞARACAKLARIMA BAKIYORUM…”
10 Temmuz 2019 - 12:53

İlkokulda başlayan yazma hikayesini ilerleyen yıllarda radyo programcılığıyla birleştirip sevenlerine seslenen Kahraman Tazeoğlu kitaplarını okuyanlara değil hiç kitap okumamışlar için yazıyor. Bu kadar yoğunluğu arasında Antalya Life’ın teklifini kabul edip sorularımızı cevaplayan Kahraman Tazeoğlu’nun hayat hikayesi…
Yazarlığa nasıl başladın?
Aslında okul yıllarında sınıfın sessiz ama sinema delisi biriydim. Hafta sonları mutlaka iki üç filme giderdim. Bir hayal aleminde yaşayan bir çocuktum. Kendime oradaki kahramanların yerine koyardım. Daha ilkokuldayız. Dünyayı kurtarırım, fantastik kurgularım vardı. Özellikle korku filmlerine çok ilgiliydim. Sonradan onun faydasını gördüm. O yıllarda o yaşımla, aklımla kendi kendime bir hikaye yazdım. Hamdi Çelik’e gösterdim,  arkadaşlar benimle dalga geçtiler. Yıllar sonra ben o kitabı yazdım. O kitap ‘Mavi Evdir’. Ben onu yazdığımda çok dalga geçmişlerdi. Benim ilk deneyimimdi. Bir deftere yazmıştım zaten yırttım, attım onu. Sonra 17 yaşıma kadar hiç yazmadım. Mavi Ev’i de o çocukluğumda yazdığım ve fırlatıp attım hikayeyi de 38 yaşımda yazdım.
Kaçıncı kitabındı o?
Mavi Ev 7. ya da 8. kitabım olması lazım. Yazdım ve ilk eylem orada başladı. Ondan sonra Fecebook’tan bütün arkadaşlarımı buldum. Grubu bir araya getirdim. O dönemdeki ve bulduğum arkadaşlarımın hepsine kitabı imzalayıp yolladım. Özellikle de Burak ve Hamdi’ye. Böyle bir anısı var.
Onca yıl sonra öngöremediğin bir şey olmuş.
Kesinlikle. Geçen Forbes’ta yayımlandı işte. Bende dergiden okudum. Türkiye’de 3’üncüymüşüm. Elif Şafak 1, Orhan Pamuk 2 ben de 3. Yalnız paraları da yazmışlar o kötü olmuş.
Lise bitene kadar kitap fikri aklında yoktu yani?
Yok. Hiç yazmadım. O bir hayal kırıklığı oldu bende. 17 yaşıma kadar o hayal kırıklığı ile hiçbir şey yazmadım. Fakat 17 yaşıma geldiğimde aşkla tanıştım.
O zamana kadar şu olmak, film artisti olmak istiyorum diye kafanda bir plan var mıydı?
Hayır. Hiç öyle duygum, düşüncem yok. Tam tersi o sessizlik hep devam etti. İçine kapanıklık daha çoktu. Kendi içinde yaşayan, duygularını asla dışarı belli etmeyen ve hep içimde biriktiren bir çocuk olarak büyüdüm.
Aşkla tanışmana dönelim.
17 yaşımda karşı apartmanda oturan komşu kızına aşık oldum.
Yeni mi taşınmışlardı? Yoksa vardı da o zamana kadar fark etmedin mi?
Aslında varmış ama fark etmemişim. Çünkü ben hep iki sevgili yan yana, el ele parklarda gezerken ben bakkala pop corn almaya gönderilen çocuktum. Misyonum oydu hep. Yalnızım çünkü. Çiftlerin yanında, onlara gıpta eden, bakan ama hep yalnız… O yalnız çocuk aynı zamanda bir sevgi ve aşk arayışı içerisinde. Çünkü bizim dönemlerimiz romantik bir dönemdi. Şimdi ki gibi değildi aşklar. Özenilesi aşklardı etrafımızdaki aşklar. Platonik ve henüz cinsellikle aroma edilmemiş, safkan, temiz, organik aşklardı. O aşka özeniyorduk biz. Özellikle o yılların yalnızı olarak etrafında bir sürü insanın o ilişkiler içinde mutlu olduğunu görüp de hala aynı yalnızlığı senelerce yaşayan biri olarak anladım ki biraz etrafıma bakmam gerekiyordu. Bir gün sabah balkona çıktığımda O’nu gördüm tam karşımızdaki apartmanın balkonunda. İlk önce saçları dikkatimi çekmişti. O zaman bende de saçlar full. O bana baktı ben ona baktım. Fakat o zamanlar cep telefonu ve internet diye bir şey bilmiyoruz. Kapının önünde bekleyemem. İki tane abisi var, boksör. Başka yapacak spor kalmamış benim şansıma. O zamanlar ev telefonu var ama zenginlerin evinde. Öyle herkeste yok. Yoksa Facebook o zaman olsa dürteceğim kızı hemen. Ama yok. Neyse ben mektup yazıyorum böyle. İlan-ı aşk ediyorum. Fakat onu verecek zaman ve fırsat yok. Ben bunları düşünürken bu arada yemeden, içerden kesiliyorum. Dersler falan hak getire. Her şeyi bırakıyorsun öyle bir durumda çünkü. Bir yandan kızla nasıl konuşacağımı planlarken ben gece gündüz ağlıyorum. Böyle abes bir durumun içerisindeyim.
Sevdin herhalde o duyguyu?
Sevmek ne kelime ben beynimi masaya bıraktım. Ölüyorum ölüyorum. Konuşmuşta değilim sadece uzaktan gördüm. Bakıyor, perdenin arkasından bana gülüyor. Ben balkonda yatıp, kalkıyorum. Annem yazın bana mahkumlara yemek getirir gibi yemek getiriyor. Sürekli balkondayım bir dakika çıkarsa kaçırmayayım diye. Ondan sonra kız arada bir yok oluyor. Tam da o günlerde bir öğreniyorum ki ben içeri geçtiğim dakikalarda, saatlerde ikimizin apartmanlarının arasında bir atölye vardı. O atölyede çalışan bir çocukla kırıştırıyormuş. Düşünsenize 17 yaş, ilk aşk ve ilk boynuz. Ben bir yıkıldım. O an ilk yaptığım şey, daha sesini bile duymadım yani öyle uzaktan. Ki onun attığı mavi boncuklar ve benim o boncuklar altında ezilmem tamamen fecaat. Aldım kâğıdı, kalemi ilk defa bir şeyler yazıyorum o zamanlar “sabahlara kadar uyutmayıp, ağlattığın gecelerin, kitaplarımı açıp da okutmadığın hecelerin hesabına sorarlar senden” yazdım. İlk şiirim buydu. Şiirle böyle tanışıyorum işte, yani o bir tepki, refleksti. İlkokulda yaşadığım mevzu yüzünden kaleme küsmüşüm, 17 yaşıma kadar bir şey yazmamışım. Orada âşık olmuşum. Nasıl başlarsa öyle gider derler sonrası da öyle gitti zaten. Ondan sonra bu benim yaşadığım ilk talihsizlikti ama bu talihsizlik bana şiiri getirdi. Sonra ben şiir yazmaya başladım. Duyguları içine kapanık çocuk birden bire kendini kelimelerde buldu. Deli gibi yazıyorum. Gece 3’te kalkıp yazıyorum. Annem geliyor, “Oğlum ne yapıyorsun?” diyor. “Anne” diyorum, ilham geldi, şiir yazıyorum. Annemin tepki şu;  “Zıbar yat, sabah erken kalkacaksın.” Deli gibi uymadan gece gündüz yazıyorum. Annem çok tuhaf karşılıyor. Böyle kontrolde sürekli, bu çocuk bir şey yapacak diye. Bir şiir yazdım. Meşhur şiirim. Şiirin adı ‘Seni intihar ettim.’ “Anne” dedim “bak, şiir yazdım adı seni intihar ettim.” O da şöyle bir otuz saniye baktı, bana bak dedi, intihar edersen gebertirim seni dedi bana. Ben yazmaya devam ettim tabi. Hafta sonu çıkan magazin ağırlıklı Ayna Gazetesi vardı. Orada da bir köşe vardı. Şimdi ki Posta Gazetesi’nin yurdum köşesi gibi. Ama öyle geri zekâlı şiirler yoktu. Düşüncesine oranın en kötü şiir yazanı Ayşe Birgül Yılmaz’dı. Onla benim şiirlerim o gazetede yayımlandı. Birimiz söz yazarı, biri de Türkiye’nin en çok satan yazarı şimdi. Oralara göndermeye başladım şiirleri. Tabi benim o zaman çok undergrand bir duruşum var. Televizyonlara çıkmam, röportaj vermem falan.
Birde radyo var? 
Bu kırık aşk hikayesi, yaşanmadan biten aşk hikayesi benim kalemimi konuşturmaya başladı. Ayna Gazetesi’ne şiirlerimi yollamaya başladığımda normalde bir kişinin bir kere yayımlanırdı. Ama gördüm ki her hafta benim gönderdiğim şiirler yayımlanıyor. Ama bir eksik var. Ne olduğunu bilmediğim bir şey. Ben bunları yazıp aynı zamanda seslendirmeye de başladım. Kendi kendime evde. O zamanlar Ahmet Selçuk İlkan’ın şiir kasetleri çıkmıştı. Onları dinliyorum. Okumaya çalışıyorum bende. 2004’te şiir albümüm çıktı. Yazdıklarım karşılık bulmaya başlayınca kendi kendime bir yazar olamam tabi o zamanlar Nazım Hikmet’er okuyoruz. Onlarla mukayese edemem ama duygularımı açığa çıkarmanın yöntemini buldum ve beni ne kadar rahatlattığı fark ettim. Bu bir yaşam biçimi oldu. Özellikle aşkta tökezleyince yazıyorsun. Biri seni terk ediyor. Biraz da melankolik bir adamım.
Bu arada yaş kaç oldu?
20’li yaşlara geldim. Devam ediyorum yazmaya. Bu arada kuaför çırağı olarak çalışıyorum. Ama çıraklık biraz daha eski. Kuaförlük devam ediyor. Kızıltoprak’ta bayan kuaförüyüm.
Çıraklık size neler kattı?
Paspas atmayı öğrendim iyice. Fön tutmayı öğrendim. Kalabalık bir kuaförde, Ali Göz’de çalışıyordum. Kadınlarda ilk gözlemlediğim şey şu oldu, 10, 15 kişiyiz. Çocuklarda filinta gibi çocuklar. Ama kadın saçı yapıldıktan sonra ilk başka kadına bakıyor bana bakıyor mu diye. Ve anladım ki kadınların yarışı birbiriyle. İlk orada gözlem yaptım. Kadınları tanımaya ilk orada başladım. Biraz böyle insan tanımaya başlıyorsun. Bu da otomatikman yazdıklarına, şiirlerine, hikâyelerin yansımaya başlıyor. Ama benim daha önemli bir arzum vardı. Ben radyocu olmak radyoda program yapmak istiyorum.
Bu arada sana yazmak yetmedi konuşmakta istiyorsun yani?
Konuşmak da istiyorum. Çünkü derdim var onu anlatmak yalnızlığımı anlatmak istiyorum. Paylaşmak istiyorum daha doğrusu. O yıllarda şimdi yakın arkadaşım hatta dostum olan Şebnem Bahar’ın da bulunduğu bir grup var. Biz o grubun yanına bile yaklaşamıyoruz. Şebnem o kadar yaramaz o kadar yaramaz ki çetenin başı. Bütün kızları ayarlıyordu. Biz yancı olarak bile duramıyoruz. Düşünün o noktada. Ben çok fark edilen bir çocuk değildim. Ama kızlar beni çok sever ve korurdu. Şebnem’in dünyası çok bambaşkaydı. O zaman beni fark etmiş. Ben fark edildiğimi bilmiyordum. Benim 1993’te özel radyoların açılması ile konuşma maceram başladı. Programlarda anlatıyorum. Bir de yalnızlık var mikrofonun başında kralsın. Hayranlar, yazanlar, sana aşığım, ölesiye hayranım diyenler ama tipimi görmüyorlar. Yılların intikamını alıyorum. Yıllarca yalnızım, kızlar yüzüme bakmamış ya oh diyorum şimdi. O âşık bu âşık falan daha çok üretimim de artıyor bu arada. Yazıyorum. Yazdıklarımı radyoda okuyorum. Yıllarca radyoda şiir okudum. Hikâyelerimi anlattım. Bu arada yol oldu 2001.
Yani 7, 8 yıl radyo serüvenin devam etti?
Tabi tabi. Daha geçen Mart’ta bıraktım radyoculuğu. 2000 yılında ilk defa ulusal radyoda çalıştım. Gene yazmaya devam ediyorum. Bir gün radyonun yayınevi kurulmuş. Müdür dedi ki toplantıda eli kalem tutan herke kitap çıkarılacak. Asıl kitap çıkarmak isteyen kendisi, bizim arkamıza sığınıp kendi kitap çıkarmak amacında. En çok da bana güveniyor bu konuda. Ben kitap çıkarmam dedim. Çünkü kafamda hiç öyle bir düşünce yok. Adam eğer kitap çıkarmazsan seni işten atarım dedi. Tehdit etti beni. Ben işsiz kalmamak için kitap yazdım.
Radyodaki Kahraman Tazeoğlu yazar Kahraman Tazeoğlu’na nasıl dönüştü?
Ben o müdürün zoruyla ilk kitabımı çıkardım. Birkaç arkadaş daha benimle birlikte kitap çıkardı. Bir tek benim kitaplar ilgi gördü. Bu benim hoşuma gitti. Arkadaşlarımın ilgi görmemesi değil, benim kitabımın ilgi görmesi hoşuma gitti. O beni biraz kamçıladı ve ben yazmaya devam ettim.
İlk çıkardığın kitap insanların yalnızlığını ifade ettiği için mi bu kadar ilgi gördü?
Tabi ki. O yıllarca yaşadığım talihsizliği, yalnızlığımı anlattığım şiirlerim. Aslında beni teenager dediğimiz grup okuyor fakat benim yaptığım orta yaş hatta yaşlı diyebileceğimiz insanların yaşadığı aşkları günümüz uyarlaması ile anlatıyorum. Onlar hiçbir zaman bilmedikleri ve bilemeyecekleri bir aşkı okuyarak tanıyorlar. O yüzden satıyor kitaplarım bu sırrı mı da vermiş oluyorum.
O karakterde kendinden bir şeyler var mı?
Kitaplarımın yüzde doksanı gerçek hayattan. O kadar net söylüyorum bunu.
Kitab yazarken nasıl bir yol izledin?
Bir kitabım bu şekilde çıktıktan sonra bende sevmeye başladım gerçekten yazmayı. Ve hafiften hafiften yazar havasına giriyordum. O hiç kabul etmediğim, hayır haddime değil yazarlık diyen adam yavaş yavaş yazarlık iyi şey demeye başladı. Ama benim bir farkım olsa ne olabilir diye düşündüm. Sonra baktım. Zaten biliyoruz Türkiye’nin okuma durumunu. Yerlerde sürünüyor. Ben kitap okumayanların yazarı olacağım, ben kitap okumayanlara kitap okutacağım dedim. Çünkü çok zor bir şey. Türk edebiyatı bu yüzden kaybediyor. Bizim edebiyatçılarımız maalesef kitaplarını kitap okurları için yazıyor. Onlara yazmak ve okutmak çok kolay. Mühim olan okumayı sevmeyenlere kitap okutabilmek. Türkiye’de yapılan iş bu. Fuarlara fularlarıyla gelirler. Türkiye’de zaten bu kesim var. Diğer tarafta ölüyor insanlar. Cahil, bir tane kitap okumamış hayatında. Hadi o adam için yazsana bir tane. Hadi o adama okumayı öğretsene. Okutabilsene. Elini taşın altına soksana. Bunu yapan yok.  Öyle bir yol belirledim kendime. Ben bir kitaptan niye sıkılırım? Etrafımda birçok insan var böyle. Neden kitap okumuyorsun diye hepsine tek tek sordum. Hepsinden aldığım cevaplar ve kendi hissiyatım ile hepsini birleştirdim. Bu işte bir yanlışlık var dedim. Birileri bir şeyi eksik yapıyor.  O eksiği buldum ve ben kitap okumayanların yazarı olmaya karar verdim. Bugün 6 milyon takipçim var. Bu takipçilerin yüzde doksanı ömrü hayatında bir tane kitap okumamış insanlar. Ben şimdi 6 milyon insana kitap okutturuyorum. Çok çabaladım. Diğer tarafa da oynarsın hani ne yazarsan satar ama ben öyle olmadım. Bunu başardım. Bazen Ayşe Kulin’le, Ahmet Ümit’le bir araya geliyoruz. Bana takılırlar sen neler yapıyorsun öyle diye. En son onlara dedim ki ben size okur hazırlıyorum, yapmayın, beni eleştirmeyin dedim. O bugün beni okuyacak yarın seni okuyacak.
Okuyucunla en çok nerede, hangi konuda iletişim kurabiliyorsun?
Ben insanları aslında yalnızlığından yakalıyorum. Çünkü yalnız büyüdüm ve yalnızdım. Birincisi dünya üzerinde ülke olarak yalnızız. Toplum içinde bireysel olarak hepimiz birer yalnızız. Ben insanların o yalnızlığını anlatmaya çalışıyorum. İnsanların o sesi oluyorum, olmaya çalışıyorum elimden geldiğince.
Milyonlarca okuyucun var. Bu söylemlerinizden anladığım kadarıyla tevazu kibirden geliyormuş gibi geldi bana. Bunca yıl sonra öyle diyebilir miyiz?
Olabilir. Bu tür bir vehme kapılmış olabilirim.
Kötü bir şey değil ama özgüven bu.
Yok. Ben ne yaptığımı biliyorum. Bir hedefim var. O hedefe yönelik attığım her adımda geriye dönüp başardıklarıma bakmıyorum. Başaracaklarıma bakıyorum. Çünkü başardıklarıma geriye dönüp bakarsam onun sarhoşluğu beni yolumda yalpalatır. Ona girersem işin içine ego girer. O yüzden başardıklarıma değil başaracaklarıma bakıyorum. Hedefime doğru emin adımlarla yürümeye çalışıyorum kendi kendime.
Bunun daha üst seviyesi neresi?
Ne yaptığımdan eminim. Aslında toplumu yönlendirmeye çalışıyorsunuz. Ama atacağınız her yanlış adım aslında yapmak istediğiniz şeyi, okuyan topluma götürmeye çalıştığınız hedefi tam tersine dönüştürebilir. O yüzden o topluma ne veriyorsanız bin kere düşünmek zorundasınız. Yükseldikçe, sorumluluklarınız artıyor. Bilemezsiniz. Bir kitabımda şöyle bir şey yazmıştım, “Kalabalıkta düşen iğnenin kime batacağı belli olmaz.” Bu yüzden çok daha dikkatli olmak zorundayım şimdiden sonra. Toplumun önünde olan bütün insanların bu hassasiyete sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Bütün çabam bu. Kitap hikayesine geri dönecek olursak, bu düsturu edindikten sonra bunun karşılığını da gördüm. 6 milyon inşa. Yüzde doksanı hayatında hiç kitap okumamış. Bunlar kitap okumaya başladı. Yıl 2013’tü hiç unutmuyorum. Türkiye’de kitap satışları rekorlar kırmaya başladı. Sadece benim değil. Dediğim gibi beni alıyor okuyor, hoşuna gidiyor. Dur diyor şu yazarı da alayım. Kitap satışlarının patladığı yıl benimde çıkış yılım işte 2013 yılı. İlk kitabım 2009 yılında çıktı. 2009’dan 2013 yılına kadar hep çalıştım. Gece gündüz çalıştım. 2013’te bunun karşılığını aldım.
2009’dan 2013 yılına kadar kaç kitap yazdın?
11 kitap olması lazım.
Patlamayı hangisinden yaşadın?
Bukre’de. Sonra şunu destekledim bu alanda tek başıma olamam. Başkaları lazım yoksa şımarırım. Benim gibi aynı düsturda yani hedefe ilerleyecek alternatif isimler lazım. O da şundan geldi. Okuyor, belki size 1 milyon tane “sizden önce hiç kitap okumaz” şeklinde mail gösterebilirim. Hepsi duruyor. Fakat sonrasında şöyle bir şey çıktı, “Ama sizden başkasını okuyamıyorum” diyor. Ama haklı. Çünkü böyle düşünüp, okumayanlar için yazan benden başka adam yok. Haklılar. Sonra bir şeye daha soyundum. Kendi kendime o insanların gönlüne, ruhuna dokunacak yazılar yazan kişileri bulacağım dedim. Yazar Avcısı projesini başlattım. Bu TRT’de başlayacak bir programım. Eylül-Ekim gibi. Türkiye’de ne şekilde yazarsa bu toplum kucaklar? Buna inandığım kişileri bulacağım. Tıpkı benim başladığım zaman gibi. 10, 13 kişi var bildiğim. Bana yazan. Neden bir sürü Kahraman Tazeoğlu olmasın? Zeki Müren ben tekim demiş, kimseye de bir şey öğretmemiş. O zaman sizden başka kimseyi okuyamıyorum diyemeyecek. Çünkü çok seçeneği olacak.
Sende çoğalacaksın yani?
Amacım o değil. Hizmetim o. Onlardan da bunu isteyeceğim, kendiniz gibilerini bulun diyeceğim.
Özel olarak yazmayı sevdiğin bir yer var mı?
Belediye otobüslerinde yazıyorum. Gerçekten. Şaka değil. Dalga geçmiyorum. Toplu taşıma diyelim. Vapurda, otobüste, metroda yazıyorum. Trende yazıyorum.
Bir yeri yazmayı arzu ediyor musunuz?
Susacak Var romanında Eskişehir’i anlattım. Eskişehir beni çok etkileyen bir şehirdir. Orada yaşamadım ama birkaç kez imzaya gittim. Porsuk Çayı’nın etrafında ki o kafeler var ya, üniversite şehri olduğu için sevdim.
Üniversite eğitimin olmadığı için bir eksiklik hissediyor musun?
Etmez miyim! Ben üniversiteye konferanslara giden biri olarak inanılmaz bir duygu yaşadım. Üniversite mezunu değilsin ama üniversiteye konferansa gidiyorsun. Herkesin okuması gerekiyor ama en çok gençlerin okuması lazım.  
Başka istediğin yer var mı?
Benim sabit bir mekânım olmadığı, sürekli gezdiğim ve gezerek yazdığım için genel olarak yazıyorum.
Önümüzdeki kitap ne?
Söz 2. Benim bir kitabım var Söz. Onun ikincisini yazıyorum. Zaten okuyucum şunu çok iyi bilir, bir kitabım çıktığı gün ben bir sonrakine başlamış olurum.
Söz ne zaman çıktı?
4 ya da 5 sene oldu. Bu arayı değerlendirip ikincisini yazacağım. Devamlılık arz etmiyor. Sadece sözlerimden oluşan bir kitap. Zaten yılda iki kitap çıkarıyorum. Aslında bir kitap çıkarıyordum ama çok boşluk oluyor. Kitap okumaktan soğuyanlar oluyor o orada. Kitap okumaya yeni başlamış biri Kahraman Tazeoğlu kitabı okuyorsa bekliyor. Ama sabırsızlanıyor. İstiyor ki adam her ay yazsın. O alışkanlık dizi izlemekten geliyor. Sabır yok.
Sen okuyor musun?
Ben Murathan Mungan hayranıyım. Aşığım o adama diyebilirim. O benim için çok değerli ve çok önemli bir yazardır.
Neyi cazip geliyor Murathan Mungan’ın? Nerede sana dokundu?
1985 ya da 86 yılları onun Yaz Geçer diye bir kitabını okudum. O kadar etkiledi ki hayatımın kitabı oldu. Özellikle Yalnız Bir Operası şiiri. 26 sayfadır o şiir.
Yalnızlıktan dokundu yani?
Evet. Yalnızlıktan dokundu. Ben bu popülariteye ulaştıktan sonra İstanbul’da imza günü yapmazdı Murathan Mungan. İzmir’de TÜYAP’ta yapar. Ben onun için kalktım İzmir’e gitdim ve saatlerce kuyrukta bekledim. Soyadımı söylemeden kitaplarımı imzalattım ve çıktım. Tazeoğlu deseydim belki ben seni biliyorum diyebilirdi. Bilmesin diye sadece Kahraman dedim.
Karşı komşudakinden sonra ikinci aşk var mı?
Ben bir gün bir şarkı çaldım. Şarkı çalıyor. Arkadaş beni lafa tutmuş. Arkadan çalacak şarkıyı hazırlamamışım. Bir baktım ekrana 10 saniye var. Arşive girdim. Pat diye bir şarkı attım. Bilmiyorum şarkıyı. Şarkı bir başladı. Şarkı, yaralarını anlatıyor insanın. Ben o hafta bir kitaba başlamıştım. Kitabın adı,  ‘Yaralı.’ Ben şarkıyı kitaba yazdım. Hakan Sarıca diye bir adam. Adı sanı bilinmeyen adam kapıya geldi bana teşekkür etmeye. Bir gün internette bir şarkı buldum. Bu amatör gençlerin gitarla söylediği şarkılar var ya onlardan. Şarkı çok hoşuma gitti, ben bu şarkıyı çalayım dedim. Ama önce izin almam lazım. Bir şekilde çocuğu buldum. Kardeşim ben senin şarkını çalacağım, usulen soruyorum hani yoksa alıp, çalabilirim. Bandrollü değil eser. Umuma açık bir eser. Abi ne demek dedi, benim hiç radyoda çalınmadı eserim. O zaman sana bir güzellik yapayım. Aç bu gece dinle. Çalacağım sana da teşekkür edeceğim dedim. Tamam abi dedi. Çocuk açtı. Dinliyor. Mesajlar geldi. Bu şarkıyı kim söylüyor. Çok da ilgi gördü şarkı. Tekrar aradım, bak kardeşim şarkın çok ilgi gördü. Rica etsem, konuğum olur musun? Abi ben konuşamam, heyecanlanırım. Sen bana bırak dedim. İkna ettim. Ertesi hafta çocuk geldi. Elinde gitar, tir tir titriyor heyecandan. Geç otur dedim. Soru sorarak rahatlattım önce. Ben şiir okudum. O da şarkılarını söyledi. Canlı yayında şu teklifi yaptım çocuğa, bu programı seninle her hafta yapalım mı? Canlı yayında sorduğum için hayır deme şansı yok zaten. Orada ben uyanıklık yaptım. Tamam dedi. Biz her hafta o programı yapmaya başladık 2 yıl boyunca. Aldım bunu okullara götürdüm. İki yıl sonra bir gün karşıma çıktı boynu bükük. Abi sana bir şey söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğim bilemiyorum. Ne oldu dedim. Abi bana albüm teklifi geldi. Tamam, git dedim. İşte zaten amaç seni topluma kazandırmaktı. Sarıldık, helalleştik gitti. O çocuk kimdi biliyor musunuz? Gökhan Türkmen. 
Sen aşka gel şimdi? Evlilikten önce yaşadığın aşktan bahsediyorum.
Beni yerden yere vurdu o. Bu sefer dokundum uzaktan bakmadım. O bahsettiğim yılardaki aşk hem uzaktan platonik. Fakat radyocu olduktan sonra işin rengi değişti. O ünün arkasına saklanarak önceden yapamadığım şeyleri yaptım. Hiç kız arkadaşım yoktu. Bir sürü kız arkadaşım oldu. Aşk hayatım değişmeye ve gelişmeye başladıktan sonra tabii bu benim yazdıklarıma da yansımaya başladı. Bu beni besleyen bir şey oldu. Ama gördüm ki ben mutlu olduğum zaman yazamıyorum. Yalnızca ve yalnızca terk edildiğim, tekrar eski yalnızlığa döndüğüm zamanlar yazabiliyordum. Bunu kendim tespit ettim. Dedim ki, Allah’ım ne olur terk edileyim. Beni besleyen şey aşk. Ruhen kendimi iyi hissetmemi sağlayan aşk. Benim yazmamı engelliyor. Ama ne zaman ki aşk bitiyor, o ruhsal çöküntü başlıyor benim kalemim oynamaya başlıyor o zaman.  Bir gün bir tanesine sordum neden beni terk ettin diye? Bana dedi ki, ben bir kadınım ve kadın gibi sevdim. İlk defa bir kadın gibi seven bir erkekle karşılaşıyorum. Daha derin ve hassas seviyorsun sen dedi. Ben senin karşında ne yapacağımı bilemiyorum. O yüzden seni terk ediyorum.  Hatta bu diyen de ünlü bir spiker şimdi adına vermeyeyim.
Bundan daha başka ne olmak istersin? Şunu da yapmak istediğin bir şey var mı?
Bir filmim olsun çok istiyorum. Yazdığım, ürettiğim bir eserin filminin olmasını çok istiyorum.
Hangisi olsun istersin sana bıraksalar?
Ben Mavi Ev’i çok isterim.
Sen çok para kazanmışsın kendin neden çekmiyorsun?
Benim işim değil o. Ben kendi seslendirdiğim şiirlerimin kliplerini kendim çekiyorum. O duygumu zaten orada yaşıyorum.  Bahsettiğimiz bir de çok büyük bir prodüksiyon. Vazgeçtim film olacak. Onun dışında 3 tane daha eserim film olma aşamasında.
Hangileri?
Bambaşka, Aşkla Kal ve Bukre. Film şirketleri bu üçünü film yapmak istiyor. Bir de artık yazarlarının eserlerini sinemaya uyarlamaya döndü iş. Çünkü sinema için eser üretilemiyor.
Ben sana desem ki dizi yapacağım ama hangi kitaplarını yapmalıyım hangisini önerirsin?
Başka ve Bambaşka’nın dizisi olabilir.
Peki dizi yapılacak diyelim başrolünde kimi istersin?
Ben hep şunu düşünürüm. Cast ajansları niye var? Yönetmen okuyacak senaryoyu ve buna en iyi oyuncuyu seçecek. Benim gönlümden geçen mesela Vazgeçtim’de Koray karakteri var Mert Fırat’ın oynamasını isterim o rolü. Bukre’yi Beren Saat’in oynamasını isterim. Bir de Kıvanç’ı isterim. Bukre’de iki karakter var. Biri Cem bir Selim. Oradaki Cem’de Gökhan Türkmen’dir. Ama film çekmek benim işim değil.  Vazgeçtim’de ben de oynuyorum. Kendimi oynuyorum ama. Film boyunca da benim sesimi duyacaksınız. Ömer Faruk Sorak çekiyor.  Hikâyeyi anlatayım mı size? Ömer Faruk Sorak’ı ve bizi yayınevine çağırıyorlar. Kahraman Tazeoğlu’nun bir kitabı var film yapmak istiyoruz. O sırada da Ömer Faruk Sorak’ın karısı D&R’ a giriyor. O neymiş bu diye alıyor. Bir oturuyor kocası eve gelene kadar kitabı bitiriyor. Adam kapıdan içeri girer girmez diyor ki, bir kitap buldum bunu mutlaka film çekmelisin. Adam da ben onun toplantısından geliyorum şimdi. Bu kadar tesadüf olur.  Ama Ömer Faruk Sorak ismini ben çok istedim. Filmim çekilecekse o çeksin dedim.  Nejat Çarkacı’nın bir kitabı var Özledim diye. Yılar önce çekilen bir klibi var hala gözümün önünden gitmiyor. Ömer Faruk Sorak klip çekerdi eskiden. Ben onun o görüntülerine hayran oldum. O yüzden dedim ki Ömer Faruk Sorak çeksin. Ben istedim diye çağırdılar.
Bu kadar edebiyatla, eserlerle haşır neşirken kendine zaman ayırabiliyor musun?
Yok. Maalesef yapamıyorum. Kendime ayıracak zamanım yok.
Bir fırsat verilse kendin için yapacağın ilk şey ne olur?
Kendimle baş başa kalmak için öncelikle gideceğim çok uzak bir yer olmalı. Bir 6 ay inzivaya çekilmek isterim. Aslında yine işe dönüyor iş.
Peki 24 saat seni aldık ne yapmak istersin?
Valla paraşütle atlamak isterim.
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum